Hiçbir kurum, iç huzurumuzdan değerli değil.
Hiçbir rol, insanın kendi gerçeğince yaşamasından önemli değil.
Hiçbir kavram, insan canından kıymetli değil.
İdealler, öğrenilmiş inançlar, gerçeğimizden kopuk beklenti ve kalıplar içinde zihinlerimiz var.
Tarih boyunca insanlar düşünceler için can verdi. Aileler töreler yüzünden birbirini katletti. Bekaret gibi nice kavram yüzünden kadınlar öldürüldü. Kendi inancını diğerininkinden üstün gören kaç insan tanımadığı, tanısa kimbilir, insan insana sohbet edebileceği, ekmeğini bölüşeceği kaç insanı dövdü, linç etti, yaraladı.
Ölçeği az düşürsek, kurumları sürdürmek, imajları korumak için yıllarını, ömrünü, içinden gelen nice isteği feda etmiş insanlar tanırız. Mutsuz evlilikler, kol kırılsın yen içinde kalsın diye acılarını saklayan aileler, hasıraltı edilen utançlar.
Bizi kör eden bir kavramsal örtü var. “Şu şöyledir, böyle olmalıdır”lar. Kavramlara bağlılık hali bir çeşit empatik körlüğe sebep olabilir. Kavramlar çoğu zaman yüreğimize, insanlığımıza değil de, öğrenilmiş düzene aittir. Ve bu kavramlara sıkı sıkıya bağlı insanlara biraz yakından baktığımızda, sahici duygularıyla pek de temasları olmadığını, temas etmemek için kaçındıklarını görürüz. Duygularını tanımaktan, hissetmekten kopukturlar. Kavramlar kişiyi ne kadar boğmuş, ele geçirmişse, iç dünya ile temas o denli kaybedilmiştir.
Ve elbette iç dünyasına yabancı olan insan, ebeveynsel, toplumsal, töresel kurallara daha sorgusuzca ait olur.
Farkındalık alıştırmaları, içsel çalışmalar ve terapötik süreçler işte bu kaskatı kabuğun altına uzanır. Kişinin kendi özduygusuna, hakikatine, vicdanına, hayatta neyin önemli olduğuna dair bir içgörü fırsatı doğar. Farkındalık açıldıkça, hayatla doğrudan ilişki kurmayı öğreniriz. Bir kavramlar duvarının ardında sıkışmayız. Mevcut anı hakkıyla tecrübe etmeye başlarız; coşkuyu, kederi, aşkı ve anlamı dolu dolu tecrübe ederiz. Sıradan yaşantıların içinde, ihtişamlı yakınlıklar, yürekten bağlar yaşarız. Korkumuzdan, hırslarımızdan, yabaniliğimizden korkmayız. Her halimizle tanış olur, buluşuruz.
Farkında olma hali bedenden nefese, duyusal algıdan düşünce ve duygulara yavaş yavaş uyanmaya başlar. Gerçekte şu anda ne olduğuyla temas edebiliriz. Kendi duygumuzu anlayıp tanımlamak, diğer insan ve canlıların duygularına olan anlayışımızı güçlendirir. Şefkat, içeride, kendiliğinden filizlenir. Put gibi tapındığımız kavramlar, bir ömür emin olduğumuz kati yargılar devrilmeye başlar. İnsan insana yürekten bağ kurma becerimiz inançlar, konumlar, kurumların zincirlerini kırar. Taraf olma halini yitirmeye başlarız. İnsan olmaya başlarız.
.
İşte bunun için farkındalık, yalnızca bir insanı değil, bir toplumu, insanlığı kurtarabilir.
Kendinin farkında olan insan, kendi türü için, tüm insanlık ailesi için bir umuttur.
Kendinin farkında olan insan, gezegen için bir umuttur.
.
.
Kalbimle,
Deniz