GERÇEĞİNE SADIK OL

Seni seviyorum.

Sana olan sevgimi, kendi dilimce, varlığımca göstermek istiyorum.

Bazen sen ve ben anlamı başka başka şeylerde buluyoruz.

Ve sevgim, dünyaya senin gözlerinle bakmamı gerektirmiyor.

 

Bir insan kaç döngü boyu erginlenir, bilmiyorum. Kırkı devirdiğim bu yılda, gözlerim açılmaya, bildiklerim yıkılmaya doymuyor. Her sabah yazarken içimin bahçelerini derliyor, kurumuş yaprakları topluyorum. Elinden tutup kör kuyularıma birlikte baktığım bir terapistim, sabah kahvemizle duygu hallerimizi ilmek ilmek çözdüğümüz bir sevgilim var. Olana bakıyor, olanı görüyor, gördüklerim için kendime görece daha az kızıyor, herkes gibi bir insan olduğumu, insan olmanın tüm güzellikleri ve çaresizlikleriyle görüyorum.

 

Her insan gibi, dünyanın ne olduğuna, nasıl olduğuna dair ilk fikirlerim annem ve babamın yaşam algısınca şekillendi. Babamın iç çatışmaları benim ilk mücadelelerime, annemin özlem ve kaygıları en temel duygularıma maya çaldı. Babamın geniş vizyonu, başarma güdüsü, sebatkarlığı ve azminden, annemin kararlılığı, adanmışlığı ve özeninden gelen yansımaları seve seve yan cebime koymuşum tabi. Ne ki, 35 ile 40 yaşlarım arasında, yetişkin sesimi bulmaya çabalarken, çok derinlere yerleşmiş kuvvetli ve yıkılmaz iç sesler de onlarındı. Yetişkin sesim çocuk parçamı ebeveynden koruyacak güçte değilken, içimdeki çocuk çabucak tetiklenir, ağlamaya, sızlanmaya, kendini yatıştıracak birini bulmaya çalışırdı.

 

Ebeveyn sesleriyle küçük çarpışmalarım tıpkı sahili vuran dalgalar gibi zaman içinde içsel kıyı şeritlerimi, yeni sınırlarımı çizdi, çiziyor. Ve bugünlerde görüyorum ki, çocukken içselleşmiş olan bir çok şey, onların sözleri değil, oluşları, inançları, hayatlarını hizalayan bakış açılarıymış. Bugün büyük bir mutlulukla aldığım, bana ferahlık getiren bir kararın ertesinde çok da tanımadığım bir suçluluk içimde belirirken, bununla oturduğumda bana ait olmadığını bulabiliyorum.

 

“Neden iyi hissettiğim bir şeyden, aynı anda kötü hissediyorum?”, “Neden mutlu olduğumda bir parça suçluluk hissediyorum?”... Hocam Svagito’nun hep söylediği gibi, mutlu olmayı seçerken, kollektif vicdanın yansıması bir parça suçluluğu da taşımaya gönüllü oluruz. Annen mutsuzken hayatın içinde sevinç bulmak, baban hastayken kendi sağlığına şükran duymak, ataların yokluk çekmişken varlığın keyfini yaşamak başka türlü mümkün olmuyor.

 

Köken ailemize, atalarımıza bakarken, onların dünya görüşünden, inancından, kaderinden ve yüklerinden ayrışmak ilk başta onlara sırtımızı dönmekmiş gibi gelebilir. Oysa özgürleşmek ve hayata yürümek her birimizin yazgısı. Atalarımıza, ailemize teşekkür etmek, onların kaderini görmek ve yüreğimizde buna bir alan açabilmek, ve ötesine, kendi hayatımıza yürümek. Kendi yolumuzu yaratmak. Yaşamdan keyif almak...

 

Annem, babam, sizi seviyorum.

Bana hayat verdiniz, size teşekkür ediyorum.

Bu yaşımda, halen yanımda olduğunuz için minnetle doluyum.

Kaderinizi, yaşam yolculuğunuzu, acılarınızı ve sevinçlerinizi kabım yettiğince görüyorum, saygıyla bakıyorum.

Size olan sevgimi, kendi dilimce, varlığımca göstermek istiyorum.

Ve bazen sizler ve ben anlamı başka başka yerlerde, amaçlarda, yaşam biçimlerinde buluyoruz. Kırk yaşımda, halen, yavaş yavaş erginleniyorum.

 

Kendime, gönlümce yaşamanın size ihanet olmadığını hatırlatıyorum.

Öz duygumdan yaşarsam ait olamamaktan korkan o çocuğu sakinleştiriyorum.

Size olan kör sevgim aksini söylese de,

Gerçek sevgi, dünyaya sizin gözlerinizle bakmamı, hayatı sizin duygunuzla yaşamamı gerektirmiyor.

 

Gerçeğime sadık olmanın, sevginin ta kendisi olduğunu artık görüyorum.

 

Kalbimle