İÇGÖRÜ

Dinlenmek için, yorulmayı beklemen gerekmiyor.

Kendine iyi davranmak için, dağılmayı beklemen gerekmiyor.

Kendini sevmek için, kötü hissetmeyi beklemen gerekmiyor.

 

Tükenme eşiğine vurmadan uyanamama alışkanlığımızı bıraksak nasıl olur?

İhtyaçlarımızı şu anda fark etsek, ve bunları kendimize sunmayı öğrensek bu bize nasıl gelir?

 

Bir öğrencim sormuştu; “Yorgun, sıkışık, nefessiz hissediyorum, ne yapmalıyım?”

Elbette farkındalık araçlarını, şefkat yaklaşımını, regülasyonu ve dinlenmeyi konuştuk. Sonra içgörüden konuştuk, tüm bu eylem ve müdahalelerin ötesini. Sorabilmeyi, “Beni yoran, sıkıştıran, nefessiz bırakan nedir?”

 

Kendi kendini regüle etme, iyileştirme, dengeye getirme becerileri müthiş gelişmiş bir sistemimiz var. Evrimsel olarak bizim için iyi olana yönelmeyi biliyoruz. Bir bebeğin veya bir hayvanın kendini regüle etme, doğallıkla hareket etme, kendisi için iyi olana yönelme becerisi, bir yetişkinin de içinde mevcut. Embriyo da halen içimizde. Bebekliğimiz ve çocukluğumuz da. Anne, babamız, ve atalarımız da.

 

Sistemlerimiz, biliyor. Peki biz bu “bilme” halini nasıl hükümsüz kılıyoruz?

 

Nerede, doğal akışımız kesintiye uğruyor ve biyolojimiz kendini doğallıkla iyileştirme becerisini devreye alamıyor?

 

Hangi inanç, şema veya öğrenilmiş davranışlarım bizi nefessiz bırakıyor?

 

Sıkışıklık, yorgunluk, veya nefessiz kalma duygusu bize ne anlatmaya çalışıyor?

“Şu anda yeterince kaynağım yok. Tükeniyorum.”

 

Farkındalık alıştırmaları anda olanla bağlantıya geçerek başlıyor. Gözlerini serbestçe dolaşmaya bırakmak, nefes alış verişe tanık olmak, ellerindeki duyumları veya yaslandığın yeri hissetmek çok yüzeysel görünüyor olabilir. Ama işte oradan, andan, sahici olanın bir ucundan başlayıp yürüyoruz.

 

Farkındalığın uzun vadede parlayan cevheri “İçgörü”. Kavrayış.

Bir şeyi fark etmek, ondan özgürleşmenin ilk adımı. Farkındalıkla kaldıkça içgörü yükseliyor, vuku bulanın iç yüzünü, mayasını, özünü kavrıyoruz. Başka bir seçim yapabileceğimizi fark ediyoruz.

 

Yorulduğumuzda elbette buna çözüm yaratalım. Ama esas bizi yoranın ne olduğunu kavramak yaşamsal. Özünde buna sebep olanın dışsal etkilerden çok, onlarla ilişkilenme biçimimiz olduğunu kavramak, bizi uyandırabilir.

 

Şu anda ihtiyacın olan ne? Bunu kendine sunabilir misin?

Nefessiz kalmayı, tükenmeyi beklemeden. Böylece kendine, anda ve daima, içinde büyüyüp yaratacağın kaynağı sunabilirsin. 
Bu, her durumu iyileştirir.

 

Ve dilersen bir adım ileri git, ve nefesinin doğasını aksatan, kesintiye uğratan o alışkanlığı, bozucu tavrı, şemayı bul. Varlığının kendini iyileştirme becerisini kıran o sebebi kavradığında, artık yeni bir tercihe yönelebilirsin. 
Bu, bir hayatı iyileştirir.

 

İçgörü bazen uzun tefekkürle, meditasyonla, sessizlikle gelir.

İçgörü bazen bir hocayla, ustayla zaman geçirip onu dinlerken gelir.

İçgörü bazen bir terapistin koltuğunda, anlatırken, bir soruya çarptığında gelir.

 

Sen yeter ki kendine yönel,

Yeter ki emin olduklarına bırakıp, bedenini duymaya bir boşluk aç.

Yeter ki, kendine, bu güzel insana yönel ve onu anlamaya yüreğinde bir alan aç.

 

Kalbimle