İçimde öfke var.
İstikrar bulamayışın, ardıl değişimlerin, hayatı bir türlü düzene koyamayışın öfkesi. Tam bağıracağım, sanki bir el uzanıp ağzımı kapatıyor.
“Onların, çevrendekilerin iyi hali sana bağlı” diyor.
İçimde sıkıntı, yılgınlık var, “Yeteeer!” demek istiyorum,
Midemin arkasında bir çığlık kopuyor, ama ağzımdan dışarı çıkamıyor.
“Kızına alan yarat, huzurlu bir ev.
Sevgiline yatışacağı sine ol.
Ailene her şeyin yolunda olduğunu söyle.
Sana yönelenleri motive et, toparla, destekle.
Zorlandığın şeyleri yutkunuver. Şu an durum böyle.
Kendi içinde çöz. Çöz. Hadi mızmızlanma. Hallet…“
Bilişsel olarak bunun doğru olmadığını biliyorum. Ama duygum, iç ezberim başka. Sanki şikayet edersem, söylenirsem, kızgın hissedersem biri zarar görecek. Sanki bu bir hata olacak… Sanki onarılmaz yaralar açacağım.
Kendimi bazen inceden o öfkeyi hasıraltı ederken, hatta baypas ederken buluyorum. Aynada silüetimin arkasından koskoca bir gölge, “Sen dağılırsan, herkes dağılır. Sakin kalmalısın.” diyor.
Radikal kabul çalışırken duyguların kendisi gibi, duyguları bastıran sistemik alışkanlık ve arızalarımıza da tanık oluyoruz. Tanık olunca pufff diye uçup bir anda yok olmuyorlar. Ne ki, fark etmek, bu içsel orkestranın ortasında duraklayıp, hangi sese kulak vereceğimizi seçmek için bir küçük boşluk yaratabiliyor. Duraklayıp, bastıran parçayı şefkatle dinlemeye. Bastırılan parçayı duymaya…
Ve elbette bu içsel çatışmada yalnız olmadığımızı idrak etmek bir parça nefes oluyor. Bazense aklıselim bir dış ses istiyoruz ki, aynı çukura meylederken bize hatırlatsın.
Ben öfkemi ortaya çıkarmakta zorluk çekiyorum. Aranızda benim gibi olanlar var mı? Merak ediyorum.
Bazen çok derinde patlıyor, sarsıntısını hissediyorum.
Gidip kendi kendime dans etmeyi, zıplamayı, duvarı itmeyi ve bırakmayı, bu enerjiyi beden kanalımdan boşaltmayı biliyorum.
Ama öfkemi, hiç dizginlemeden, ve bir diğeriyle doğrudan deneyimlemeyi pek bilmiyorum.
Evet, öfkem ortaya çıkarsa olacaklardan korkuyorum. Diğerlerinin olası tepkileri beni korkutuyor. Çoğu zaman proses edilmiş, bir pakete koyulmuş ve nazik bir üslupla ortaya çıkıyor. Belki parmakla sayılır, ham öfkemin patladığı ve bağırdığım anlar oldu. Ya da son 1-2 yıldır sert ve net “Hayır, bunu yapmayacağım” diyebildiğim durumlar.
Yıllar evvel bir hocam gözlerime bakıp, “Migrenin, senin sıkıştırılmış öfken, görüyor musun?” demişti.
Bugün, bir çift şefkatli göz bana baktı ve şöyle dedi: “Sevdiğin insanlar senin öfkeli halini görmeyi hak ediyorlar. Senin öfkelendiğini görme, bunu hissetme ve buna cevap verme fırsatını ellerinden alma.”
Şimdi bununla oturuyorum, Gabor Mate’nin sözleri aklıma geliyor.
“Kişilik seviyesinde bir dönüşüm yaşandığında” diyordu, hastalıkların kendiliğinden iyileştiği durumları anlatırken.
“Ben buyum” dediğimiz ‘ben’in, o bizi çok biricik kılan kişiliğin dönüşmesine hazır mıyız?
Ve canım, bu hayatta değilse, ne zaman?
Kalbimle.