“Olma” halinde dinlenmeyi, durmayı deneyimlersek,
“Yapma” hali kendiliğinden gelir.
“Ne yapmalıyım?” sorusunun cevabında, muhakkak kavramsal doğru ve yanlışlar, ebeveyn kayıtları ve normlar, idealler belirir.
Ancak kendimle, oluş halimde kaldığımda, dıştan içe dikteyle değil, içten dışa ilhamla, organik, doğal hareket ortaya çıkabilir.
O hareketi görebilmek, o iç tınıyı duyabilmek için biraz sessizliğe, boşluğa ihtiyaç var. Oluş haline, yani, bir kovalama, bir edim, bir araştırma dahi olmaksızın olanla kalmaya ihtiyaç var.
Öz, kalp, bilinç, Atman, hayat, ruh... Adına ne dersen de.
O bizimle her an konuşuyor, hafif bir bulantı, bazen bir tutulma, bazense doğal bir huzur ile bedene yansıyor. Zihin kalabalığımızdan onu duymuyoruz.
Emin olduklarımız, “-meli -malı”larımız, yutup yapıştığımız bakış açılarımız bir uğultu gibi zihni, hayatı kaplıyor. Sessizliğe ve kendimize zaman ayırmaya çok ihtiyacımız var.
Dünkü yazımdan sonra “Peki kalbimdeki amacı nasıl duyacağım, bileceğim?” Diye sordu pek çok kişi...
Dünya, gözlerimize her an nimetlerini, ışığı, renkleri sunuyor.
Özümüz, her an bir şarkı, bir fısıltı, bir his, bir kıvılcım, bir özlem ile bize yolu gösteriyor...
Özü duyabilmek, nimetleri görebilmek, kalpten hareket etmek için tek ihtiyacın durmak, dinlemek.
Doğada vakit geçirmek, ağaçların arasında oturmak,
Uyumadan evvel 5 dakika nefesini dinlemek,
Ya da güne başlarken ayak tabanlarından başın tepesine bedenin her noktasını tek tek hissetmek.
Oturmak ve mahalledeki sesleri, öylece dinlemek, ardından kendi zihin seslerini fark etmek...
Çayı yudumlarken, lokmanı ağzına alırken yavaşlayıp hissetmek...
Nereden ve nasıl başladığın önemli değil;
Fark etmek ve uyanmak için yavaşlamaya,
Özünü duyabilmek için sessizliğe izin ver.
Olma haline özen gösterdikçe,
Yapma hali kendiliğinden, hafiflikle gelecek.
Kalbimle